Yaklaşık olarak M.Ö.
800–500 yılları arasında yazıya geçirilen Upanişad metinleri, Hindu kutsal kitabı Vedaların
son bölümü olan ve Tanrı bilgisini oluşturan Sama Veda olarak bilinir. Upanişadlar, Vedaların son kısmı
olduklarından dolayı Vedanta adını alırlar. Bir tür tefsir mahiyetinde olan ve kutsal sayılan
bu metinler Badarayana ve Shankara tarafından sistematize edilmiştir.
Upanişad bilgeliğinin
ele alındığı kutsal metinlerin konu edindiği düşünceler, Tanrı ile evrenin aynı şey olduğu ve bu düşüncenin
bulunması gerektiği öğretisi üzerine kuruludur. Genel olarak Hint düşüncesinin, özel olarak da Upanişadların
temel sorunu bireysel ölümsüzlük değil, Atman'ın anlaşılamayan sonsuzluğundaki ebediyettir. En eski Upanişad metinlerinde dile gelen genel öğreti, Tanrıyı tanımak ve ona
giden yolda bu hayatı geçirerek ölümsüzlüğe erişmektir. Brihadaranyaka olarak adlandırılan en eski
Upanişad metni şu sözlerle açılır: “Başlangıçta sadece Atman vardı.” Burada tüm dinlerin temelindeki klasik öğreti olan Tanrının evreni yoktan yaratması
fikrinin bulunduğunu görmekteyiz.
Upanişad metinlerinde
dillendirilen varlıkların Atman’dan zuhur etmesi, Atman’ın yalnızlığını
giderecek varlıklara gereksinim duymasından ötürü gerçekleşen bir olaydır. Atman’ın kendini
ikiye bölmesiyle birlikte, birbirini tamamlayan eril ve dişil varlıkların ortaya çıkması sonucu insanlığın
doğuşu gerçekleşmiştir. Atman’a burada ayrıca Ben ismi de verilmektedir. Bu, “Yaradılıştan
önce sadece Ben vardı” sözüyle tamamlanan bir anlam bütünlüğünün göstergesidir. Her şeyin Brahman veya Atman olarak
ifade edilmesi, felsefi bir sonuç, mantıksal çıkarım veya gerçeklik üzerine salt sözel bir açıklamayla
karıştırılmamalıdır. Mutlak olanın dile gelmeyişi, gizemli ve karmaşık oluşundan
değil, yalın ve basit oluşundan ileri gelir. Bu da Wittgenstein tarafından söylenen "Tanrı kendini dünyada açığa vurmaz" ifadesinin değişik bir versiyonudur. Çünkü her şey olan varlık, bir şey olarak
ifade edilirken O'nun aşkınlığından bahsetmek imkanı yoktur. Brahman da dünyada Atman olarak
gizli kaldıkça, bilinemez bir varlık olarak içselleşmiştir. O'nun bulunması, bu anlamda ancak kişinin
ruhsal ölümüyle gerçekleşebilir. Yine Tanrının insan bedenine girmesi ve bedenin yok olmasından sonra
başka bedenlerde varlığa bürünmesi, evrendeki varlıkların tek ve aynı varlık olduklarını,
tek bir varlıktan yani Atman’dan zuhur eden birer görünüm oldukları anlayışını ortaya
koyar. Metinlerin dile getirdiği temel konularda olduğu gibi, tüm bu varlıklar da yalnızca Tanrının
varlığında mevcutturlar.
Chandogya metninde Tanrının
var olan her şey olarak anlaşılması gerektiği üzerinde durulması yanında etraflıca
işlenen bir konu daha vardır ki, burada Tanrının parçaları tek tek ele alınarak ayrıntılı
olarak işlenir. Toprak, ateş, hava, su, zihin ve nihayet besin olan hayatın tüm yanları Tanrının
parçalarından biri olmakla, Tanrıdan izler taşıyan birer görünümdürler. Böyle bir Tanrı, varlıkların
gerçek benini oluşturan bir ışık olarak karşımıza çıkar ve bu varlık da Atman’dır. Atman, aslında Tanrının ruhu olarak karşımıza çıkmakla birlikte, onun
Brahman adı verilen en büyük Tanrı ile özdeş olduğu sıkça vurgulanır. İfadelerin, genel anlamıyla tinsel bir nitelikte oluşu, Upanişad metinlerinin vazgeçilmez
yanlarından biridir. Brahman bir yandan tüm varlıkların gayesi ve özü olarak aşkın, diğer yandan
da varlıkların şekline bürünen ve onların içine yayılan varlık olarak içkindir. Bu durum pan-enteistik
bir Tanrı tasavvurunu ortaya çıkarsa da, varlıkları Tanrının görünümlerinden başkası
olarak görmediği için, metinlerin genelinde, panteist yapının temelindeki görüşlerin korunduğu gözlenmektedir.
Eliade’ın ifade ettiği gibi, böyle bir durum Brahman ve Atman özdeşliğini de beraberinde getirir. Kozmik evrende yaşayan varlıkların Atman’ın görünümü olmalarından ve Atman
tarafından şekillenmelerinden dolayı değil, Brahman’ın bir ruh şeklinde varlıklara
Atman olarak sızmasından dolayı Brahman ve Atman özdeşliği kurulmuştur. Atman’ın
Tanrıyla özdeş oluşu, Tanrının farklı görünümlerinin Atman olarak ortaya çıkışıyla
ilgilidir.
Vedalar döneminde “yakarış”
ve “kutlu bilgi” anlamlarına gelen Brahman kelimesi evrilerek daha sonra zamanla “evrenin yaradılış
ilkesi” anlamında geniş bir kavram niteliğine kavuşmuştur. Tanrıya yakaran kişi,
yakarışı sebebiyle kendi isteğini Tanrı isteğine dönüştürmüş olmakta ve zamanla bir
anlam evrilmesinin nasıl oluştuğunu gözler önüne sermektedir. Atman kavramının da “üfürük”
ve “soluk” anlamlarının evrimi sonucu “Tanrının özü” anlamına gelmesi de
aynı paralellikte olmuştur. Brahman’ın evrenin kaynağı oluşu Mundaka’nın girişinde anlatılırken,
onun bir varlık okyanusundan meydana geldiği belirtilmektedir. Brahman’ın varlığının sonradan oluşmuş olması, aslında
bir evrilme sonucu en büyük Tanrı oluşuyla ilişkilendirilebilir. Bu durumun, diğer mitsel yaratma tezlerinde
olduğu gibi, bir kaostan Tanrıların çıkışına yani bir Theogonia’ya tanıklık
ettiği görülür.
Tüm Upanişad metinlerinde
söylence olarak zikredilen ve Vedalardan esinlenen bir dua şekli olan “OM” hecesine rastlamaktayız.
OM hecesi, Tanrıya delalet ettiği gibi aynı zamanda evreni de oluşturan yani bir bütün olarak evreni temsil
eden tümelliktir. Şimdiye kadar yaratılan her şeyin bu heceden ibaret olduğu söylenen Upanişad metinlerinde
OM hecesinin neye karşılık geldiği çok önemlidir. Tanrının veya Atman’ın üç hali
olan uyanıklılık, düş görme ve düşsüz uyku, sırasıyla maddi, zihni ve akli hallere tekabül
eder. Kişisel benin Evrensel Ben’e ulaşmasıyla birlikte “vahdet” denilen dördüncü bir hal
oluşur ki, bu da kişinin Tanrılaşmasıdır. OM hecesi (A-U-M), yukarıda işaret ettiğimiz
üç hale karşılık gelen üç harften oluşmuştur. A harfi maddi, U harfi zihni ve M harfi akli olduğu
gibi, vahdet halinde de OM hecesi bir bütün olarak ortaya çıkar. Vahdet hali, süjenin içe dönük yani iç tabiatına yönelmiş şuuru olup geçici olaylara ait
anıları biriktiren kaynağıdır. Nihai anlamda böyle bir şuur, sınırların ötesine
geçerek asli cevher olan Atman’ın özünde eriyerek yok olur ve Atman da varlığın besleyici kaynağı
haline gelir.
Evrenin yaradılışını
anlatan Upanişad metinlerinin Vedalarda bulunan birtakım öğretileri değiştirdiği görülmektedir. Örneğin her şeyin
tek yaratıcısı olarak görülen Tanrı Brahman, Veda metinlerinde “zaman” tarafından yaratılan
bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Atharva Veda, tüm varlıkların kaynağı
olarak zaman kavramını ortaya atar. Zaman burada her şeye hayat veren, varlıkları harekete geçiren
ve sınırlayan bir güçtür. Oysa Upanişad metinlerinde Brahman, her şeyi yaratan Tanrı olarak bildirilmektedir.
Chandogya Upanishad, bilge
Uddalaka’nın sözleriyle varlıkların nasıl yaratıldığı konusunda ayrıntılı
bilgi verir. Başlangıçta “ikincisi olmayan tek varlık” olan Tanrı vardır ve başka
hiçbir şey yoktur. Tanrının çoğalma isteği, diğer varlıkların oluşumunu hazırlayan
gaye olması nedeniyle, yarattığı varlıklarda Atman yani “Evrenin Ruhu” kimliği altında
içselleşmesine neden olmuştur. Yaratıkları üç sınıfa ayıran Uddalaka, onları "yumurta,
rahim ve topraktan doğan" şeklinde belirttikten sonra bunların ışık, su ve besin olmak üzere
üç Tanrıyı oluşturduğunu anlatır. Zihin besinden, hayat sudan ve söz de ateşten meydana gelmiş
olup her şeyin kökeninde ise tohum bulunmaktadır. Atman ve diğer varlıkların tamamı bu tohumun
farklı tezahürleridir. Eğer Tanrı dünyada öz olarak bulunuyorsa, o halde bu özün kişide görülmesi gerekir ki,
bu da Atman olarak kendilik kazanan bir hüviyetle ortaya çıkar.
Tanrı, evreni yaratmadan
önce tezahür etmemiş olarak mevcuttur. Görünmeyenden görüneni, kendisinden kendisini yaratması nedeniyle Tanrıya
“Kendiliğinden Mevcut” sıfatı verilmiştir. Böylece her şey bu kendinde varlığın
kendisi olmaktadır. Sıkça tekrarlandığı üzere, Tanrının evreni yoktan yaratması, kendi
dönüşümünün farklı tezahürlerinin ortaya çıkmasından başka bir şey değildir. Varlığını
Tanrıdan alan evren, yine Tanrılaşmış varlıklar yığını olarak değil,
kendini evrenle içselleştiren ve aşkınlığını evrenin vahdetinde bulan Tanrının
varlık dünyasına kendisini indirgemesi sonucu hayat bulur. Böyle bir Tanrı, hem kendinde varlık olmasıyla
evreni kuşatan Brahman, hem de varlıklarda kendini “immanent a priori” tarzında saklayan bir ruh
olan Atman şeklinde karşımıza çıkar. Krishnananda'nın belirttiği gibi, evrendeki varlıkları
bilinen, Tanrıyı da bilen olarak algılarsak, bilenle bilinen arasındaki birlik olmaksızın farklılığın
bilgisine ulaşmak mümkün değildir. Taittiriya’da belirtilen Tanrının nitelikleri besin, hayat kuvveti, zihin, akıl
ve sevinç olarak dile getirilir ki, zaten tüm varlıkların ortak nitelikleri de bunlardan başkası değildir.
Böyle bir anlayışa göre, tüm varlıklar özlerini Tanrıdan alırlar ve yine ona dönerler. Her şeyin
özünde aynı Tanrının bulunmasının zorunluluğuyla Atman’ın her yerde oluşu arasında
bir paralellik söz konusudur.
Çağdaş Hint bilgesi
Tagore, hakikati maddenin çoğul şekillerinde aramak yerine, bir olan ifadesinde aramak gerektiğinden bahseder. Bunun anlamının evrendeki tüm varlıkların yapısında bir Tanrısallığın
bulunduğu, bu Tanrısal özün de Atman'dan başka biri olmadığı açıktır. Brahman'a delalet
eden OM hecesi, bir sembol olarak Tanrıyı nitelerken, yaratıkların hepsinin Brahman'la özdeşleşen
"Gerçek Ben" olan Atman'ın ölümsüzlüğü yanında hiçliğinin bulunduğu söylenmek istenmektedir. Bedenin
yok olmasından sonra Atman'ın yaşama devam etmesi, onun ancak Tanrının ruhu olmasıyla açıklanabilir.
Atman hareketsiz olduğu halde, hareketliymiş gibi görünür; oysa o, her şeyi hareket ettiren şeydir. Bunun bir örneğini büyük Yunan filozofu Aristoteles'te görmekteyiz. Hareket ettiricinin kendisinin hareketsiz oluşu, hareket veren sıfatıyla kendisine bu
hareketi uygulayacak başka bir varlığın bulunmayışı sebebiyledir. Aristoteles'in ilk hareket
ettirici vasfıyla nitelediği İlke'nin aksine Atman, tüm varlıkların yapısına nüfuz eder.
Isha Upanishad'da belirtildiği üzere, onun hareket ettiği zannedilse bile, hareket etmeyen öz olan Atman, varlıkların
hem içinde hem de dışındadır.
İnsanlar doğal olarak
nereden geldiklerini ve nereye gideceklerini merak ederler. Varlıkların sebebi, mutluluğun kanunlarının
kimin yetkisi altında bulunduğu konusunda Upanişadlarda geniş yer tutan bilgiler vardır. Zaman, mekan,
kanun, şans, madde, enerji, akıl vb. şeyler evrenin sebebi değil, neticeleridirler ve ruha hizmet için
mevcutturlar. Tüm varlıkların sebebi Tanrıdır ve o, cevher olmakla diğer bütün şeyler onun gölgesidir.
Evrenin sahibi olan Tanrı, her şeyin ardındaki ana sebep olduğu için evreni idame ettirecek yegane varlık
da O'dur. Maddenin yok olucu vasfı, Tanrıyla birlikte hayat kazanması durumuna işaret eder, ancak maddenin
de Tanrının bir tür hüviyeti olduğunu unutmamak gerekir.
Tanrının maddi yönü
olması ile maddenin yok oluşu arasında bir tezat olduğu ilk anda göze çarpan bir durum olsa bile, tüm
varlıkların Brahman'ın şekil değiştirmesinden ibaret olması dolayısıyla, Tanrının
suretinin gerçekte böyle olmadığına delalet eden bir ifadeyle karşılaşmış oluruz.
Burada, Tanrıya dönüşün yalnızca ruhla olacağı gerçeğiyle karşılaşmaktayız.
Zira Upanişad metinlerinde devamlı surette tekrar edilen bu durum, bizi bu sonuca götürmektedir. Tanrı her
şey olmakla, ölümsüzlüğün Tanrıyı tanımak sayesinde gerçekleşeceği düşüncesi birbirine
paralellik arz eder. Eğer her şey Tanrıdan ibaretse, ölümsüzlük düşüncesinin ne öneminin olacağını
sormak belki mantıklıdır. Ancak, Tanrının her şey olduğunu bilmekle ölümsüz olunabileceği
akıldan çıkarılmamalıdır. Metinlerde geçtiği gibi, Brahman'ın kudretini anlamak da bu açıdan
olanaksızdır. Kişi Tanrıyı kalbinde yaşatmakla Tanrılaşabilir ve böylelikle sonsuz
nura erişebilir.
Bilge Yajnavalkiya, evrenin
içinde Tanrıdan başka hiçbir varlığın hüviyetinin bulunmadığını belirtirken,
O'nun her şeyle bir ve aynı olduğunu ve ibadet edilenle ibadet eden kişinin yalnızca Tanrı olduğunu
söylemektedir. Tıpkı İslam filozoflarının yaptığı gibi Yajnavalkiya da Tanrıyı
akıl, akil ve makul olarak görür. Farabi felsefesinde Tanrıdan sudur eden varlıklar silsilesi, Yajnavalkiya'da ortadan kalkar ve varlıkla Tanrı bir ve aynı olur. "Manevi Yönetici" her
şeyin içinde bulunur, fakat içinde bulunduğu her şeyin hepsinden ayrıdır. Tüm bu varlıklar,
"Gerçek Varlık" diye nitelenen Tanrıdan habersiz bir durumdadır.
Prasna Upanishad, varlıkların
nereden geldikleri sorusuna cevap verirken, ruhu güneş, maddeyi de ay olarak niteler. Tanrı önce ruh (brana) ve
maddeyi (rayi) yaratmış, sonra da bu ikisinin birleşiminden tüm varlıkları meydana getirmiştir.
Bu manada hem ruh hem de madde, Tanrının iki ayrı tezahürü olarak farklı görünümlerin ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Can kuvveti olan ruh, tüm duyumların üzerinde yönetici bir kuvveye sahiptir. Can ile
Gerçek Ben, insanla gölgesi gibi birbirinden ayrılmaz şeyler olup Tanrıyla evren gibi iç içedirler. Bunu bir monist bilgelik olarak ele almak gerektiği gibi, bu monist yapının yalnızca
tek bir varlıkta son bulan aşkınsal ve tinsel yapısının olduğunu görmekteyiz.
Tüm bu yazdıklarımızdan
anlaşılması gereken şey, Upanişadlar bilgeliğindeki varlık anlayışının
tek bir Tanrı üzerine kurulmuş olduğu ve tüm yaratılanların Brahman adı verilen ve Atman olarak
insanın içine sızan bu yüce varlığın tezahürlerinden oluştuğu gerçeğidir. Upanişadların
hemen tamamında dile getirilen ana düşünce, Tanrı ve Tanrının çeşitli şekillere girerek
meydana getirdiği evren hakkında bilgi sahibi olmanın erdemlilik olduğudur. Bu yüzden, bu mistik ve tinsel
düşüncenin tamamı, Tanrıya vakfedilmiş kutsal metinler yığınını oluşturan
bilgiler içinde yani Tanrı bilgisinde yok olmayı hedeflemektedir.