Home
Anlama ve Yorum
Ethik Yargilar
Olgularin Dili
Pseudo-Felsefe
Insan ve Dil
Upanishadlar
Evren Tasarimi
Ikbal'de Benlik
Felsefi Dusunceler
Renkler Uzerine
Insan Zihni
Adalet Uzerine

PHANTASIA

Anlama ve Yorum

DİL, ANLAMA VE YORUM ÜZERİNE
 
-Tarihsel Olanın Yorumsanması-

İLYAS ALTUNER

Dahası biz, gerek kendimiz gerekse dünya hakkındaki tüm bilgilerimizde, daima kendimize ait bir dil tarafından kuşatılmışızdır.[1]

Anlama, yalnızca, karşıda dilsel eserler bulunduğu takdirde genel-geçerliğe ulaşabilen bir açımlamaya dönüşür.[2]

 

İnsan, hem kendisini hem de yaşadığı dünyayı anlamlandırma sürecini belli bir tarih içinde ve belli bir zaman ve mekanda gerçekleştirir. Bu sürecin anlamına dair yapılan her bir spekülasyon, insanın içinde bulunduğu yani bizzat yaşadığı ortamın diliyle paralellik arz eder. Dil, en genel anlamda, insanın yaşadığı tarihsel süreci anlamlandıran bir vasıta değil, bu anlamı muamma olmaktan kurtaran bir yapıdır. Her yapı kendisini yapılandıran şeyin tarzına göre değişiklik arz ettiği gibi, dil de kendisini yapılandıran unsurların veya süreçlerin şekline göre biçimlenir. Bu manada, anlamlandırma dediğimiz şey, dilde ortaya çıkan tarihsel sürecin değişimini kendinde muhafaza ederken, aynı zamanda onun evrimini de serimler.

Öteden beri yapılan araştırmaların temel amacı haline gelen insanın anlam dünyasının resmi, sıradan bir ontolojik resim olmaktan öte, tipik bir tarihsel kazanımdır. Kümülatif olarak ortaya çıkan her tarihsel kazanım, varolmak bakımından da anlamlandırılmak zorundadır. Bir nesneye verilen anlam, aynı zamanda o nesnenin bir betimi olarak, insan olmak bakımından insanın dış dünyayı algılayış biçimiyle ilgilidir. Burada sözü edilen “insan olmak bakımından insan” ifadesiyle kastedilen şey, insanın kendini anlamlandırma eğiliminin tinsel bilgisine ulaşması olmaktadır. Varolmak bakımından varolanın en üst düzeyde gerçekleşmesi insanlıkta ortaya çıkar ve insanın “zoon logon ekhon” yani düşünen ve konuşan, logos sahibi canlı varlık oluşu bu durumu simgeler.

İnsanın varoluş tasarımı olan anlamlandırma, mutlaka anlamayla birlikte yürür. Anlama tasarımı, kendi gelişim imkanına sahiptir ve bu anlama gelişimine yorumlama adı verilecektir. Yorumlamada, anlamanın farklılaşması söz konusu değilken, yorumlama kendisini dönüştürmektedir.[3] Her yorumlama, kendini dönüştürürken içinde bulunduğu sürecin de değişimine tanıklık eder. Zira yorumlamayı dönüştüren ve onu bir önceki yorumlamadan farklılaştıran şey, yorumlanan konumunda bulunan şeyin kendini dönüştürmesinden kaynaklanır. Burada insanın kendi varlığına ilişkin yorumlarından ziyade, içinde bulunduğu konumu ve yaşadığı tarihsel süreci yorumlaması önemlidir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, insanın konumunu yorumlamasıyla kendi varoluş sürecini anlaması ve onu anlamlandırması arasında kopmaz bir bağ vardır.

İnsanın kendini anlaması, geleneksel olarak geçirdiği evrelerin tarihiyle yakından ilgilidir. Bu yüzden her bireyin kendini anlama ve dış dünyayı anlamlandırma girişimi hep farklı yorumlarla karşımıza çıkar. Öznel bir konuma sürüklenmiş olarak görünen yorumun nesnelliği üzerine yapılacak tartışmalar ve getirilecek tezler, yine de öznel olmaktan ileri gitmez. Ancak bu durumun genel-geçerlikten hayli uzak olmasına rağmen, yorumlanan şeyin bir parça aynı kaldığı gözden kaçırılmamalıdır. İşte bu yorumlanan şey, tarihsel sürecin kendisi durumunda bulunan gelenektir. Bu tarihsel sürecin nesnesi, dil aracılığıyla bir anlam kazanmak durumundadır. Gadamer’e göre, dilin tarihsel hareketin bir parçası sayılması, dünya tecrübesinin imkanlarının sonsuzluğuyla insanın anlama yetisinin sonluluğu arasındaki ilişkiyi çözüme kavuşturur.[4] Böyle bir anlayış, dilin geleneksel yapısının korunması ile yorumlamanın korunması arasındaki tarihsel bağı gösterir. Çünkü yorumlama edimi, yalnızca şifahi bir dil aracılığıyla meşrulaşır.

İnsanın hayatını anlamlandırma sürecine bir katkı olarak, varolanın anlamının yalnızca bir “idea” olduğunu ileri süren Platon’a karşıt bir düşünce anlayışı içinde bulunmak durumundayız.[5] Çünkü neyi anlamlandırdığımız üzerine sorulacak bir soruya yanıt olarak yalnızca bu dünyayı anlamlandırdığımızı söylemek yerinde olur. Anlama sorunu, bizim bizzat içinde yaşadığımız ve bizi çepeçevre kuşatan tarihsel süreçten ayrı olup bitiyor değildir. Olup biten yalnızca bu dünyanın sonlu olgularının tarihidir ve her oluşun bozuluşa tabi olması da bu sürecin kaçınılmaz sonucudur. Zira oluş, bir şeyin oluşudur ve bu manada ezeli-ebedi bir yapıya sahip olması mümkün değildir.

Hayata dair her bir anlamlandırma ve hayatı yorumlama eylemi, muhakkak bir dil içinde meydana gelmektedir. Öyleyse dilin yapısı, insanın anlama yetisini de sınırlandırmış olur. Anlama yetisi, tam anlamıyla zihinsel bir faaliyet olmakla, geçirdiği sürecin değişimlerinden etkilenerek yorumlamayı dönüştüren bir güce sahiptir. Bengi olmaklıktan uzak olan bütün yaşamsal etkinlikler, taşıdıkları bu sonlu sıfatla dahi kendi evrimlerinin kanıtını sunarlar. Yaşam hem zihinsel bir duruma hem de edimsel bir işleve sahiptir ve bu nedenle hem anlamlandırılmaya hem de yorumlanmaya muhtaç bir görünüm arz eder. Bütün bu faaliyetleri bir çatı altında toplama görevini üstlenen dil, sağladığı kazanımları ancak kendi potansiyel yapısı etrafında şekillendirerek bilfiil haline dönüştürebilir. Bilfiil hale geçen her yeti, yine de bir harekete yahut bir oluşa tabi olmakla yeniden bir bozuluş evresine geçecektir. İnsanlık dediğimiz tinsel varoluş gücünün zirvesine erişme eylemi, anlamanın zamana aitlik koşulunu bize hatırlatarak, bir mekana ait bulunan yaşamsal etkinliklerin tarihsel sürece bağımlı oluşunu vurgular. Tarihsel olarak sürekli değişen ve değiştikçe farklılaşan yaşam, anlamın sonsuz yapısının sonlu yorumunu yapmanın güçlüğünü bize hatırlatır.



[1] Hans-Georg Gadamer, Philosophical Hermeneutics, trans. and ed. David E. Linge, University of California Press, Berkeley 1977, s. 62.

[2] Wilhelm Dilthey, Hermeneutik ve Tin Bilimleri, çev. Doğan Özlem, Paradigma Yayınları, İstanbul 1999, s. 108.

[3] Martin Heidegger, Being and Time, trans. Joan Stambaugh, State University of New York Press, Albany 1996, s. 139.

[4] Gadamer, Truth and Method, trans. Joel Weinshaeimer and Donald G. Marshall, Crossroad Publishing, New York 1989, s. 284.

[5] Platon, tüm yaşamı anlamlı kılan şeyin, ideaların bilgisine ulaşma çabası olduğunu söylemiştir. Bu ideal yaşam, ruhun ölümsüzlüğüne koşutluk içinde bir ahiret tasvirine kadar götürülür. Öyle ki, Platon, bu konuda şunu dile getirmiştir: “Böylece, tanrılarla ve kendimizle barışık olacağız; …hem bu dünyada hem de bin yıllık yolculuk diye adlandırdığımız yerde [ahiret] mutlu olacağız.” Bkz. Platon, The Republic, trans. Desmond Lee, Penguin Books, London 1987, 621c-d.

altuneril@hotmail.com